Popüler Yayınlar

15 Eylül 2014 Pazartesi

Lord of the Rings Online

"Gondorlular, Rohanlılar, kardeşlerim... Gözlerinizin içinde, kalbimde yeşermesine izin vermediğim korkuyu görüyorum. Gün gelir, insanlar cesaretlerini yitirebilir, dostlarına sırt çevirebilir ve tüm kardeşlik bağlarını koparabilir. Ama o gün, bugün değil. Düşmanın zaferi ve harap olmuş siperler bekler insan çağının çöküşünü. Ama o gün, bugün değil. Bugün savaşacağız, bu dünyadaki tüm sevdiklerimiz adına..."

Gerek kitapları, gerek film ve oyunlarıyla herkesin yakından tanıdığı bir dünya Yüzüklerin Efendisi’nin Orta Dünya’sı. Tolkien tarafından büyük emeklerle yaratılmış bir kitaba dayanıyor hepsi, ama genelde kitaptan uyarlama filmleriyle tanındı bu efsane. Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin ardından çok sayıda video oyunu da geldi, ama bir çoğu Tolkien'in kemiklerini sızlattı. Tabii böyle bir kaynağın MMORPG oyunu halini almaması da garip olurdu. Uzun zaman üzerinde çalışıldıktan sonra 2007 yılında Lord of the Rings Online da çıktı. Getirdikleriyle kısa sürede çok beğenildi, birçok site ve dergi tarafından 2007 yılının en iyi MMORPG'si ünvanına layık bile görüldü. 10 Eylül 2010 itibariyle Free2Play oynanışa geçti ve biz de hemen incelemesine koyulduk.

Gerçekten ücretsiz mi?

Uzun zaman önce oyunun Free2Play'e geçeceği duyurulmuştu. Yapımcılar bu şekilde hem oyuncu çekecekti hem de oyuna hareket getirecekti. 10 Eylül'de de hesaplar açıldı, insanlar Orta Dünya topraklarını arşınladı. Daha önce Beta Key'leriyle deneyen oyuncular da olmuştu tabii. İlk bakışta klasik Free2Play özellikleri göze çarpsa da işin aslı biraz farklı. Macera "Quest (Görev)" odaklı ilerlediği için, seviye atladıkça bir noktadan sonra oyun bize yeni Questler vermiyor. Bunları da "Turbine Points(TP)" aracılığıyla "Quest Pack" şeklinde satın alabiliyoruz. Yani 20-25 level gibi bir seviyeye geldikten sonra Quest Pack almak zorunda kalıyoruz. Kısacası kısmen Free2Play olmuş diyebiliriz Lord of the Rings Online için. En azından aylık Premium ücreti vermeden sadece TP satın alarak da eşit şartlarda oynanabilir veya 20 levele kadar ulaşıp kafanızda devam edip etmeme konusunda bir fikir oluşur.

Başlamadan evvel

Başlamayı düşünenler için genel bir takım uyarılar yapmak gerekiyor. Öncelikle dediğim gibi oyun "Quest" sistemi üzerinden ilerliyor. Knight Online-Silkroad Online gibi farming-grinding, yani sürekli yaratık kesme temelli oyunlara alışmış Türk oyuncular için zor veya sıkıcı gelebilir. Tabii yine grind peşinde koşturabilirsiniz, ama epey zorlanacaksınız. Çünkü Lord of the Rings Online (LotRO)'de yaratık slotları oldukça geniş dağılmış bir şekilde ve re-spawn (yeniden dirilme) süreleri de kısa değil. Anlayacağınız, macera sizi bir şekilde Quest'lere mahkum bırakıyor ki bence bu şekilde hem daha eğlenceli hem de RPG ruhuna daha uygun. Yine ek olarak en azından ortalama bir İngilizce şart diye düşünüyorum. Olayları anlama açısından, Quest'leri tamamlamak için ve diğer oyuncularla iletişim kurmak için mutlaka lazım oluyor İngilizce. Zaten bu tarz oyunlarda sosyal yön de fazla olduğundan diğer oyuncularla konuşmak kaçınılmaz oluyor. Yardım almanız gereken bir nokta olur veya can sıkıntısından konuşacak biri ararsınız, herkesin başına gelir. Zira sunucularda Türk oyuncu fazla yok. Yüzüklerin Efendisi ve Orta Dünya temalı olduğunu bir kez daha hatırlatayım. Yani daha çok kitabın ve filmlerin fanlarına hitap eder tarzda bir oyun, elbette diğer MMORPG severler de zevk alacaktır. Ayrıca oyunun boyutu da biraz büyük gelebilir.
Orta Dünya atmosferi yaşamak isteyenlere...

LotRO'yu öne çıkaran özelliği bence türe getirdiği yenilikler değil, Orta Dünya atmosferini gerçekten mükemmel bir şekilde yansıtmasıdır. Gerçekten oyunda haritalar çok geniş ve fazla sayıda. Tüm Orta Dünya'yı ayaklarınızın altına seriyor ve ne kadar gezersiniz gezin mutlaka gitmediğiniz bir yer oluyor. Ayrıca büyük ölçüde kitaba ve hikayeye sadık kalınarak yapılmış olması ve Aragorn, Gandalf gibi ana karakterlerin de oyunda yer alması diğer artı yönleri. Grafikler elbette 2007 yılından kalma olduğu için çok da mükemmel gözükmeyebilir, ama kesinlikle kötü değil. Sadece skill efektleri biraz daha güzel olabilirdi. Sesler ve müzikler de ayrı ayrı çok güzel. Oyunun arayüzü opsiyonel olarak değiştirilebilmesine rağmen gayet kullanışlı. RPG oyuncuları zaten kısa sürede tüm menüleri, kısayolları kavrayacaktır. Zaten dediğim gibi bu oyun türe pek yenilik getirmiyor. Sadece var olan MMORPG özelliklerini en iyi şekilde ortaya koyarak Yüzüklerin Efendisi'yle harmanlamış o kadar.

Olmazsa olmazlar

Biraz daha derine dalalalım. Öncelikle maceramızda 4 temel ırk var ki zaten Orta Dünya fanatikleri bunları gayet iyi biliyordur; İnsanlar (Human), Elfler, Cüceler (Dwarf) ve Hobbitler. Bu ırkların her birinin farklı özellikleri olmasına rağmen genel olarak aralarında pek bir fark yok ve birçok sınıfı (class) da seçebiliyorlar. Bu sınıfları da dokuz ayrı kategoride inceliyoruz; Champion, Guardian, Hunter, Captain, Burqlar, Lore - Master, Minstrel, Rune-Keeper ve Warden. Son iki sınıf yani Rune Keeper ve Warden, Mines of Moria genişleme paketiyle gelen yeni türler.

Burqlar: Görünmezlik ve Debuff (düşmanı zayıflatma) özellikleriyle göze batan bir sınıf. Irk olarak İnsan veya Hobbit seçmek bize kalmış durumda ama önerim Hobbit olmanızdır. İdol karakteri Frodo'dur.

Captain: Sadece insan olarak oynanabilen bir sınıf. Farklı özellikleri bulunuyor. Pet kullanabiliyor ve buffer, healer ve summoner gibi özellikleri öne çıkmış durumda. İdol karakter ise Boromir.

Champion: DPS (saniye başına verilen hasar) olarak başarılı bir sınıf ama AoE (alan hasarı) açısından en iyisi diyebiliriz. İdol karakteri Aragorn, seçilebilen ırklar ise İnsanlar, Elfler ve Cüceler.

Hunter: Oyunun en iyi DPS sınıfı, tek hedef üzerinde... Uzak mesafeden düşmanlarını yay kullanarak öldürür, yakın mesafede ise hançerini kullanır. Tuzak kurma gibi yetenekleri de vardır. Ek olarak grubundaki diğer savaşçıları port edebilme yeteneğine sahiptir. Elf, İnsan, Hobbit veya Cüce olarak oynamak sizin elinizde ama önerilen ırk Elfler. İdol karakter ise tabii ki Legolas.

Forsaken World


“Dyos Evren’de yer alan bir Dünya buldu ve ismini “Eyrda” olarak belirledi. Yerden göğe kadar uzanan devasa bir ağacın bulunduğu kasvetli bir mekandı. Dyos bu ağacın üzerinde yer alan oldukça büyük bir yıldız çarkı keşfetti. Yıldız çarkının üzerinde her biri, bir Tanrının portresini simgeleyen parıltılı yıldızlarlar doluydu. Dyos bu yıldızlar arasında yalnızca kendi portresini değil aynı zamanda Nyos’unkinide gördü.
Bu bilinmeyen çarkla karşılaşmak Dyos’a belirsiz bir zayıflık hissi verdi. Keşfinden sonra Dyos, on milyon yıl boyunca Eyrda’da yaşamaya devam edip, çarkın gizemini öğrenmeye çalıştı. Ne yazıktır ki başarılı olamadı. Geçirdiği on milyon yıl boyunca, diğer Tanrıları Eyrda’yı büyüleyici bir Dünya’ya çevirmek için çağırdı. Son olarak Dyos üç çocuğu Tytan, Illyfue ve Vyda’ya Eyrda’yı hediye bırakarak, Evren’deki kalan seyehatına devam etti.
10 milyon yıl boyunca, Cüceler, İnsanlar, Elfler ve Taşadamlar yaratıldı.Her ırk’ın yeni bir başlangıcı vardı:Tytan kısa ama çalışkan, madenci bir ırka ihtiyaç duydu ve Cüceler’i yarattı. İnsanlar Illyfue tarafından Vyda’nın görünümünden esinlenerek Ousta da yaratıldı. Vyda her ne kadar İnsanlar’ı umursamaz tavırlar takınsada, benzerliğinden sıkılmasına rağmen gizlice bu ırkı sevdi ve onlara bir çok kadim gizemini öğretti.Illyfue Elfler’i kendi görüntüsünde yaratıp ormanlara kulları olması için bıraktı. Taşadamlar Tytan tarafından devasa kutsal taşlar oyularak yaratıldı. Sadece erkeklerden oluşan özgün bir ırk. Soylarını Taşlardan seremoni ile yaratıyorlar. Nyos Eyrda’yı ilk ziyaret ettiğinde, yok etmek istiyordu. Fakat Dyos kudretinden çekindiği devasa bir çark keşfetti. Nyos’un aklını karıştıracak yanlış ipuçları bırakarak onu istediği yola çekmeyi amaçlıyordu. Herşeye rağmen Dyos ayrılmadan önce Eyrda’ya çocuğu Mylvada’yı bıraktı. Mylvada yok etmeye eğilimli tavırlar barındırıyordu.
Mylvada Dünya’da hoş karşılanmamıştı. Diğer üç Tanrı tarafından çekinilmişti. Bu durum Tanrılar arasında gerçekleşen ilk savaşa yol açmıştı. Savaş kuzey ülkesi Norta’da gerçekleşti. Savaş yüz yıl sürmüştü ve Mylvada’nın yok etme planlarının suya düşmesiyle sona ermişti. Norta savaş sonrasında çok hasar almıştı ve sonunda denizin içine battı. Zaman geçtikçe Mylvada tekrar savaş getirmek için fırsat buldu ve ikinci kez Eyrda işgaline başvurdu.Bu tavır Tanrılar arasında ki ikinci büyük savaşı tetikledi.Tytan yeni keşfedilmiş Kadim Yadigarı silahını kuşandı. Bu yadigarlar olağan üstü güçlere sahipti ve kim elinde tutsa, kuşkusuz sahibine galibiyeti getirirdi.Tytan yadigarlarla donanmanın ardından, Vyda ve Illyfue’den aldığı müttefik desteği ile Mylvada’yı bir kez daha devirmeyi başardı. Fakat merkez ada Shyntola, savaşdan aldığı hasarla Dünyaya büyük kara bir delik veriyordu. Üç Tanrı bir araya geldi ve Kadim Çatlağı açarak bu lanetli adayı Eyrda’yı sonundan kurtarabilmek adına içine gömdüler. Yalnızca batı Ousta’ya dokunlmadı. İkinci savaş açık vermeden Shlia, Mylvada’nın terör planlarını alt üst etmek için Ousta’ya taşındı. Shylia Ousta’da Herhevid adında bir insana aşık oldu.
Aşkıyla sonsuza dek yaşabilmek ve onu ölümün acı yanından kurtarabilmek için Mythic Embrace’i kullanarak onu ölümsüz yaptı. Herghevid böylelikle ilk safkan ırkı oldu.Mylvada geri çekilmiş olabilir fakat asla malübiyeti kabullenemezdi. Bu sebple Eyrda üzerine yeni bir saldırı planlıyordu. Tytan, Illyfue ve Vyda Kadim Yadigarının içindeydiler. Shylia Eyrda’nın tüm ırklarını, Mylvada’nın saldırılarına karşı koymak için yönetti. Sonunda Shylia galibiyet ile ve Mylvada ise tekrar yenilgiyle karşılaşmıştı. Kadim Yadigarı savaş esnasında kaybolmuştu. Savaşda destek olan diğer tüm Tanrılarda bu yadigarla düştüler.Mylvada, Eyrda’da gerçekleşen savaştan hayatını son anda kurtarmıştı. Daha sonrasında Eyrda Ağacının kökeninden olan devasa yaratık Dysil’i uyandırdı. Devasa bir ejderhanın vücudu Dysil’e verilmişti. Shyntolay’a hükmederek Mylvada ile birleşmek için bekledi. Mylvadanın mükafatına karşı sabırsızlıkla Fırtına Lejyonunu yönetti. Bu durum Ousta’yı yok etmeye yönelik bir savaş başlattı. Sonunda Dünyada tek bir birlik olarak ve kahraman İsanlar tarafından yönetilen ırklar tarafından devrildi. Fakat Dysil ikinci bir planın peşindeydi…Artık ülkenin kaderi senin ellerinde olacak. Dysil’e karşı hangi ırk ile savaşacağına karar vermelisin. Aynı zamanda eski savaşlardan kalma çok güçlü yadigarlar bulabilirsin. Hatta seni ölümsüz kılabilecek Tanrısal Essansı aramalısın. Kötülüğe karşı birliğine oluştur ve onları sonsuza dek uzaklaştır.”
Hikayemiz böyle.  Forsaken World, Perfect World’ün Kuzey Amerikada pazara sürdüğü altıncı MMORPG. Oyunun Open Betası 2011’in Mart’ında oyuncularla buluştu. Oyundaki öne çıkan farklılıklar ise Kindred isimli Vampir ırkı, büyük guild savaşları, guildlerin kendine ait olan kasabaları ve her sunucuda bulunan 10 kişinin Tanrı olabilme imkanıydı.
Karakter yaratma ekranına geldiğinizde free-to-play oyunlarda genelde gördüğünüzden daha çok detayı değiştirebildiğinizi farkediyorsunuz. Yine bu ekranda beş farklı ırktan birini seçmeniz gerekiyor; Human, Elf, Dwarf, Stoneman, and Kindred. Bu ırklara özel sınıflar ve ırkların kendi özellikleri arasında seçimler yapıp en doğru karakteri tasarlamanız gerekmekte. Oyunda sınıflar ırklara göre ayarlanmış. Yani bi human açıp “Hunter” açamıyorsunuz. Aynı zamanda da Stoneman adlı ırkımız tek cinsiyete sahip, yani erkek. Aynı zamanda sınıf seçme ekranında gördüğünüz yıldızlı derecelendirmeye göre de o sınıfın zorluğunu ve kolaylığını öğrenebiliyorsunuz.
Oyunda hareket etmek için “W-A-S-D” kullanabildiğiniz gibi farenizle de “Point-to-click” olayı ile hareket etmeniz mümkün. Aynı zamanda “Auto-Routing” olayı da mevcut. Yani gitmeniz gereken yeri işaretliyorsunuz ve daha sonra karakteriniz oraya kendi kendine gidiyor. Kombat tarzı ise diğer MMO’larla aynı. Yani yeteneklerinizi ve normal saldırılarınızı kullanıp yaratıkları kesiyorsunuz.
Görevler ise Forsaken World’ün en önemli parçalarından biri. Hatta öyleki, çoğu pay-to-play oyun bile bu görev düzeninden ip uçları alıp yararlanmıştır. Ana görevler olduğu gibi, yan görevler, hikaye görevleri, zindan görevleri ve sosyal görevler de var. Sosyal görevler dediğimiz oyuncuların birbirleri ile iletişim içinde olmasını zorunlu kılan görevler.
Oyunda aynı zamanda “Achievement” sistemi de var. Bu sistemde aldığınız “Achievement”lere göre ganimetler, madalyalar ve ünvanlar alabiliyorsunuz. Aynı zamanda özel eşyalar da kazanabilir ve bu eşyaları diğer oyuncularla takas edebilirsiniz. Bu arada oyunda 200 üzerinde “Achievement” var.
Oyunda level atlamak ise pek zor bir olay değil. Görevler oldukça fazla ve aynı zamanda çoklu yaratık öldürme görevleri de var. Değişik Npc’lerden haftalık veya günlük olarak sınırlı sayıda aldığınız görev kağıtları ile seri olarak yaratıkları kesip deneyim puanı kazanabiliyorsunuz. Tabi bunun almanı kuru kuru yaratık öldürürsek seviye atlarız değil. O tür bir mantık oyun içinde tutmuyor.
Fwclass
Oyundaki sınıfların aynı zamanda üç farklı talent ağacı var. Sınıfınızı aynı zamanda nasıl bir talent yapmanız gerektiğini de düşünmeniz lazım. Birçok talent seçeneği olduğundan dolayı, ırkınıza, oyun tarzınıza uygun bir yetenek ağacı dizebildiğiniz gibi puanları dengeli tutarak “hybrid” bir yetenek ağacı da dizebiliyorsunuz. Daha iyi fikirler ve yetenek dizilimleri bulabilmek için rehberleri incelemeniz bence yararınıza. Talentlerden bahsetmişken sınıflara bir bakış yapalım.
Warrior - Fazla canı olan , yakın mesafeye yüksek hasar verebilen sınıf. Daha ne denebilir.
Protector - “The Tank”.
Assassin - Gizlenme uzmanları. Yakın mesafeye çok büyük derecede hasar verebilirler.
Marksman - Uzun mesafeli sınıfımız. Uzun mesafeye ciddi zararlar verebilir ve düşmanlarını yaralayabilir.
Mage – Elementlerin efendisi. Çok yüksek hasar verebilirler ancak canları ve dayanıklılıkları azdır.
Priest - Doktorumuz.
Vampire - Yakın dövüşü büyü ile birlikte yapabilen sınıf. Yeteneklerini kullanmak için kendi canını yiyebilir aynı zamanda düşmanlarının canını da emebilir.
Bard - Oyundaki en iyi engelleyici sınıflardan biridir. Genellike destek amaçlı kullanılsada, PVP’de yeri çok büyüktür.
Oyundaki diğer ilgi çekici kısım ise “Evcil Hayvan” alabilme olayıdır. Bunun için belirli levellerde belirli zindanlara girip hayvan ruhu topluyoruz. Bunları daha sonra ufak bir kuluçka dönemine sokuyoruz. Kuluçka ne kadar uzun sürerse o kadar iyi hayvanımız oluyor. Hayvanları her sınıf rahatlıkla kullanabiliyor. Yine oyun tarzınıza göre hayvanlarınıza yetenek alıp geliştirebiliyorsunuz.
Oyundaki pvp anlayışı başta anlattığım gibi öncelikle “Birlik Savaşları” üzerine. Genellikle çok geniş gruplar halinde guildiniz için kan döküyorsunuz. Diğer türlü ise “Arena”lar mevcut. Kurduğunuz 3 kişilik ve 5 kişilik takımlarla belli arenalarda hayatta kalma mücadelesi veriyorsunuz. Arenaların içerisindeki değişik “Power-up”lar ile durumu kendi lehinize çevirebilmeniz mümkün. Düşmandan kaçarken hız ya da can rününü alıp kendinize şans yaratabilirsiniz.

Rift Online

 

Online oyun dünyasında son zamanlarda oyun içi sohbet kanallarından çokca konuşulan bir konu oldu. ” Rift – Best Mmo “. Aslında bu geyiğin altında bir gerçek yatıyor mu yoksa herkes bir espri konusu mu arıyor başta kuşkuluydum. Daha sonra bu sohbetin genel sebebinin bu oyunun Free to Play olması ile artan oyuncu sayısı ve oyunun bu şekilde dilden dile dolaşması olduğunu gördüm. Oyun hakkında biraz okudum araştırdım ve denemeye değer olduğuna karar verdim. Peki gerçekten de herkesin söylediği kadar iyi miydi bu oyun ?
Oyuna en baştan bakmak gerekirse eski ve beğenilmiş online oyunlar ile bir çok benzerlikleri bulunduğunu farkediyorsunuz. Yetenek ağaçları, kullanıcı arayüzü, oynanabilirlik… Başta tereddüt etmeme rağmen yine de bir şans vermek lazım diye düşündüm ve oyunu indirip kurdum. Yorumum; “gerçekten iyi düşünülmüş bir oyun.”
Defiance ve Archage’in yapımcısı olan Trion Worlds, 2006 yılında geliştirmeye başladığı Rift’i 2011’de piyasaya sürmüştü. İlk 4 ay içerisinde 1 milyon’dan fazla oyuncu kapasitesine ulaşan oyun, ilk yılını 100 milyon dolarlık bir kazançla kapamıştı. Daha sonralara doğru oyuncu sayısını arttırmak amacıyla “Rift Lite” isimli bir Free to Play denemesi yaptılar. Oyunu 20. seviyeye kadar oynayabiliyor ve Telara’nın başlangıç haritalarında maceralarınızı tamamlayabiliyordunuz. Bu test aşamasında sunucu kapasitesinin mecburiyetten 2 katına çıkarılması gerektiğini gören yapımcılar, oyunu Free To Play’e çevirmeyi düşünmeye başlamışlardı. Bu arada 2012 Kasım ayında çıkmak üzere bir genişletme paketi hazırlanmıştı. Bu paketin içinde Dimension(kişisel arazi) alımı, seviye sınırının 60’a çıkması, yeni yetenek seçenekleri gibi büyük değişiklikler vardı. Bu paket piyasa sürüldükten sonra daha da ilgi gören Rift, 2013’ün Temmuz ayında ise tam olarak Free to play oldu.

Oyunun hikayesine gelicek olursak,
Telara, doğasal güçlerin ortak alanıydı. Ateş, Hava, Su, Toprak, Ölüm ve Hayat, tek bir noktada birbirleriyle kesişiyordu. Her bir gücü ise kontrol altına alan ejder-tanrılar bulunuyordu. Ejderlerin Yok Oluşu olayının başlaması ile Regulos (Ölüm) Blood Storm adı verilen diğer ejderleri bir birlik altına toplayıp Telara’yı istila edip, gücü elinde tutmaya çalıştı. Geçmişte Blood Storm, Telara’daya yaşayanlar ve onların yerel tanrısı olan Vigil tarafından bozguna uğratılmıştı.
Blood Storm ejderleri Telara’da tuzağa düşürülüp mühürlerle zincirlenmiş, Regulos ise kovulmuştu. Her nasılsa, Regulos bu mühürlerden birini kırmış ve tekrardan Telaraya girişi açmıştı. Bu kırılma sonucu her türlü doğa gücünden düzensiz olarak geçitler açılıyor ve Telara’ya istilacılar saldırıyordu. Bu nedenle Telara’da yaşayanlar, Ascended adı verdikleri, insanüstü güçleri olan eski savaşçıları dirilttiler ve Regulosa karşı tekrar bir savunma kurmaya başladılar.
Tabi bu hikayenin özeti. Oyunu oynarken daha fazlasını açığa çıkartmak mümkün. Biraz da oyunun içine giriş yapalım.

Karakter Yaratma :
Başlangıç olarak oynamak istediğimiz “Shard”ı seçiyoruz. PvE, PvP, RP-PvE veya RP-PvP olarak ve ayrıca dil seçeneklerinide göz önüne alarak (İngilizce,Almanca,Fransızca) oynayacağımız sunucuyu seçmemiz gerekiyor.  Daha sonra ise hangi grupda oynayacağımızı seçiyoruz.
Guardians: Tanrılara sonsuz saygı besleyen, zayıfların savunucusu asil halkdır. – High Elfler, Mathosianlar, Dwarflar –
Defiants: Gardiyanlar tarafından sapkın olarak görünen, kendilerini ve dünyayı savunmak için teknolojik becerilerini kullanan halktır. – Ethler, Bahmiler, Kelariler –
Irkımızı ve tarafımızı seçtikten sonra da 4 farklı sınıftan birini seçiyoruz.
Warrior – Başlıca özelliği, yakın mesafe dövüşü ve defansif beceriler.
Cleric – Başlıca özelliği, iyileştirici ve defansif becerileri, iyi hasar kabiliyeti.
Rogue – Başlıca özelliği, uzak ve yakın mesafe hasar becerileri.
Mage – Başlıca özelliği, uzak mesafe ağır hasar ve destek kabiliyeti.
Karakterimizi yaratıreken görünüş ayarlama sekmesinde ne kadar çok tuş koymuşsalar da, bence oyundaki en büyük eksikliklerden biri de tam istediğimiz gibi karakterimizi yaratamamak. (Yada ben fazla detaycıyım bilemiyorum :) )

Soullar karakterinizin ana beceri zinciridir. İstediğiniz yetenek dizilimini yapıp ne tür bir oyun tarzınız varsa ona göre ayarlayabiliyorsunuz. Tabi oyun sonu için genel olarak en fazla hasar veren veya en iyi defans yapan soullar için rehberlerden yardım alabilirsiniz. Her savaşçı sınıfında 9 farklı soul bulunmakta. Bu soulların 1 tanesi ise oyun içi ve ya dışı parayla elde edilebilen “Rex” aracılığıyla alabileceğiniz Storm Legion soulları. Bunun sebebi ise, oyunun Storm Legion paketi geldikten kısa bir süre sonra free to play olması ve çokça kişinin bu paket için verdiği paranın boşa gitmesini engellemek. Bu ücretli soullar, Warrior’da Tempest, Mage’de Harbringer, Rogue’de Tactician, Cleric’de Defiler. Karakterimizde bir seferde en fazla 3 farklı soul kullanabiliyoruz. Tabi alabileceğiniz soul sayfaları ile kendinize değişik yetenek kurulumları çıkartıp istediğiniz zaman kullanabilirsiniz.
Warrior : Beastmaster (Support) , Reaver (Tank) , Void Knight (Tank), Paladin (Tank), Warlord(Tank), Paragon (Ofansif), Riftblade (Ofansif), Tempest (Ofansif), Champion (Ofansif).
Mage : Archon (Ofansif), Chloromancer (Healing), Dominator (Support), Elementalist (Ofansif), Harbringer (Ofansif), Necromancer (Ofansif), Pyromancer (Ofansif), Stormcaller (Ofansif), Warlock (Ofansif)
Rogue : Marksman (Ofansif), Ranger (Ofansif), Assassin (Ofansif), Nightblade (Ofansif), Riftstalker (Tank), Saboteur (Ofansif), Tactician (Support), Bladedancer (Ofansif), Bard (Support).
Cleric : Cabalist (Ofansif), Defiler (Ofansif), Druid (Ofansif), Inquisitor (Ofansif), Justicar (Defansif), Purifier (Healing), Sentinel (Healing), Shaman (Ofansif), Warden (Healing)
Soullarımızıda böylece gördük. Karakterimizi Telara’da maceralara açmadan önce bilmemiz gereken diğer önemli noktalara gelecek olursak, oyun içi eventlar başlıca ilgi odağı. Açılan riftleri kapatmak, invadelere koşuşturmak, pvp riftlerinde karşı ırkları kesmek… Eğer oyundan zevk alarak oynamak istiyorsanız gerçekten seçeneğiniz çok. Meslekler ise toplama ve üretme olarak ikiye ayrılmış durumda. En fazla 3 tane meslek alabiliyorsunuz. Toplayıcı meslekler; maden toplama, bitki toplama ve deri yüzme olarak 3 tane. Üretici meslekler ise, Eczacılık, Zırh İşçiliği, Silah İşçiliği, Terzi, Takı İşçiliği, Rün Yapımcısı. Meslekler aynı zamanda seviyesine göre günlük görevler vermekte. Bu görevlerle de seviye atlamayı kolay hale getirebilirsiniz.
Oyun içinde seviye atlamak için sadece görev yapmak ve yaratık kesmek dışında, seviye 10’da açılan savaş alanları ve seviye 15’de açılan zindanlar da alternatif. Aynı zamanda Macera seçeneceği de günlük olarak size çok yardımcı olabiliyor. Her gün için zindanlardan ve savaş alanlarından x 1, Maceralardan ise x 14 bonus ödül olanağınız var. Maceralara biraz daha ayrıntılı bakacak olursak, 10. seviyeden sonra açılan belirli haritalarda kendiliğinden sıralı görev açan, her görev bittiğinde deneyim puanı ve her 7 görevde bir de fazladan ödül veren sistem. Oyun içi “.” tuşundan veya belli şehirlerdeki Macera Npc’sinden görevi ile beraber kayıt yaptırabilirsiniz.
Oyundaki diğer bir ilgi çekici nokta ise, shardlar arası transferler. Aynı dili kullanan shardlar arasında chatbar yardımı ile kendinizi bir gruba aldırıp, diğer shardalara geçici olarak geçiş yapabilirsiniz. Diğer türlü de belli koşullar altında, shardlar arası karakterinizi süreli ve ya süresiz transfer edebilirsiniz.
Dimension olayı ise online oyunlarda pek görmediğimiz bir yenilik. Kendi arazinizi ve evinizi yapabiliyor, arkadaşlarınızı buraya davet edebiliyorsunuz. İsterseniz oyun içi belli bir miktar para veya oyun içinden de temin edilebilen “Rex” karşılığında bu arazilerinizi büyütüp kendi hayalinize göre dizayn edebilirsiniz.
Oyun gerçekten oynanması eğlenceli ve geniş bir oyun. Tabi çoğu insan için zor gelebiliyor veya erken bıkabiliyor. Şunu diyebilirim ki, oyun oynandıkça kendini sevdiren oyunlardan bir tanesi…

DK Online

Merhaba arkadaşlar bugün DK Online incelemesiyle karşınızdayım. İncelemeye geçmeden önce birkaç açıklama yapmam gerekiyor. Zira oyunun kapalı betasında oynadığım için elbette birçok bug, hata, lag, çeviri hataları vs. olacaktır bunların hiçbiri yokmuş gibi yazıcağım. Ayrıca kapalı betada deneme fırsatımız olmayan, açık betada gelecek olan yeniliklere de değineceğim. Her neyse, lafı fazla uzatmadan hemen incelemeye geçelim.
Rise Game tarafından Türkiye lokasyonu yapılan oyun klasik bir MMORPG. 21 Ekim 2013 tarihinde biraz gecikmeli de olsa kapalı betaya giriş imkanı bulduk. DK Online’da 4 ırk ve 4 sınıf mevcut. Irklar işe şöyle: İnsan, Elf, Felynx ve Lykan. Her ırk 2 sınıf seçme imkanına sahip. Savaşçı, Elemental Büyücü, Gölge Büyücüsü, Paladin olarak isimlendirilen sınıflar açıkçası beni tatmin etmedi. Sınıf çeşitliliğinin az olması ve karakter yaratma ekranında çok sınırlı seçeneklerin olması oyuncuları kısıtlıyor. Yakın zamanda gelecek olan yeni ırk ve okçu sınıfı umarım bu açığı kapatır. Okçu sınıfı demişken tam anlamıyla okçu sınıfı yok diyemeyiz. Çünkü Gölge Büyücüsünde bazı okçu yetenekleri var ama yay takıp gezmekle bir olmaz elbette.
DK_ScreenShot_20131023_210712 DK_ScreenShot_20131023_210723 DK_ScreenShot_20131023_210454 DK_ScreenShot_20131023_210718
Irklarımız böyle. Bir de sınıflara biraz göz atalım.
DK_ScreenShot_20131023_211027Cidden Jon Snow’a benzemiyor mu? :(
Savaşçı: MMORPG türünün can damarı. Birçok oyunda savaşçı sınıfını görmek mümkün. Burada da her oyunda olduğu gibi hem dps yapıp hem de tanklama özelliğine sahip. Yetenekleri de oldukça kullanışlı.
DK_ScreenShot_20131023_210932
Elemental Büyücüsü: Elflerin kullanabildiği bu sınıf isminden de anlaşılacağı gibi elementleri kontrol ediyor. Ateş, toprak, su, hava gibi temel elementlerle düşmanını yerle bir edebilen elemental büyücü aynı zamanda pet olarak nitelendirebileceğimiz yaratıklar da çıkarabiliyor. Kapalı betada sadece su ruhu gibi bir şeye denk geldim.
DK_ScreenShot_20131023_210900
Gölge Büyücüsü: Benim favorimdir kendileri. Son derece yüksek saldırı gücüne sahip bu sınıfı sadece Felynx ırkı kullanabiliyor. Az önce de söylediğim gibi gölge yeteneklerinin yanı sıra ok atarak zehir saldırıları da yapabiliyor. Alan hasarlarıyla seviye atlaması çok daha rahat hale geliyor.
DK_ScreenShot_20131023_210827
Paladin: Zindanların olmazsa olmazı. Yüksek defansı sayesinde adete grubun koruyucu meleği. Yalnızca Lykan ırkı kullanabiliyor.
Yazarken bile ”sadece … ırkı kullanabiliyor” demekten sıkıldım. Oyuncuyu bari karakter yaratırken serbest bırakın.
Oyuna ilk giriş yaptığınız andan itibaren oyunun atmosferi sizi içerisine alıyor. Mekanlar ve ortamlar çok güzel tasarlanmış. Haritalar benden geçer not almayı başardı fakat şehirler ve kaleler için aynısını söyleyemeyeceğim. Şekli şemali gayet güzel olsa da pek üstünde durulmamış gibi geldi. Piyasadaki diğer F2P oyunlarla karşılaştırdığımızda biraz kullanışsız bir şehir düzenine sahip.
Çok fazla eksiği olduğunu düşündüğüm PvE’ye bir göz atalım.
Oyunda seviye atlamak görevlerle ve sağlam bir grupla çok rahat. Zaten görevler klasik git şunu kes gel mantığında işliyor. Açıkçası çok daha ayrıntılı, eğlenceli bir görev sistemi bekliyordum. Fakat beklentimin çok altında bir sistemle karşılaştım. Görevlerle hikaye oyuna neredeyse hiç yansıtılmamış. Hikaye görevleri mevcut fakat oturup tek tek okumadan hikayeyi takip etmek imkansız. Tek başınıza PvE bitmek bilmeyen bir işkence halini alabiliyor. 5 seviyede bir verilen paketler sayesinde eşya sıkıntısı azalıyor.
Bunun yanı sıra dönüşüm sistemi ilgimi çekti ve görevlerdeki sıkıcı ortamı bir nebze olsun azaltıyor. Oyun içerisinde çeşitli yaratıklara dönüşme imkanına sahipsiniz. Bu dönüşüm size çeşitli özellikler kazandırıyor ve PvE’nin en zevkli kısmı diyebiliriz. Oyundaki yardımcı paketler, görevler ve yaratıklar sağolsun dönüşüm parşömenimiz eksik olmuyor.
DK_ScreenShot_20131022_175533 DK_ScreenShot_20131022_175447
Stat sistemine gelecek olursak oyuncuya büyük bir özgürlük sağlanmış. İstediğimiz şekilde ayarlayabiliyoruz. Mesela ben Savaşçı sınıfında oynuyorum. İster STR’ye abanıp herkesi katletmeye odaklanabilir, ister CON’ye abanıp ölümüne tanklayan birisi olabilir yada ikisine de eşit oranda dağılım yapıp hybrid (melez) bir karakter ortaya çıkarabilirim. Bu kısımları Türkçe yazmak isterdim fakat oyunda da İngilizce olduğu için kafama göre çeviri yapmak istemedim.
DK_ScreenShot_20131022_152414
Yetenek ağacımız ise 2’ye ayrılıyor. Resimde gördüğünüz Gölge Büyücüsünün yetenek ağacıdır. İster sol taraftaki yetenekleri geliştirip ölüm makinası haline gelebilir, isterseniz sağ taraftaki yetenekleri geliştirip takım arkadaşlarınıza yardımcı olabilirsiniz. Oyunda kombo sistemi yok. Mesela, Aion’da bir yeteneği kullandıktan sonra yeteneği olduğu yerde kombosu olan skill çıkar. Bunun gibi bir sistem mevcut değil ve yetenek sayısı daha fazla olabilirdi.
DK_ScreenShot_20131022_152505
Eşyaları geliştirmek için ise parşömenlere ihtiyaç duyuyoruz. Bu parşömenler sürekli şehre gidip eşya geliştirmek için ömrümüzü tüketmediği için gayet güzel ve kullanışlı. Ekipmanımızın seviyesine göre efektleri değişmekte.
1383106_596712560394390_1577524803_n
Sadece ekipmanın seviyesini arttırmakla kalmayıp gerekli ekipman ve parşömenleri toplayıp kendimize özel ekipmanlar yapma imkanına da sahibiz. Kullanımı basit olan bu sistem oyunu monotonluktan birazda olsa kurtamaya çalışmış ama elbette bu kadarı yeterli olmuyor. Hazır bu ekipman konusuna gelmişken kullanılan ekipmanın envanterde gözükmesine sinir oldum desem yeridir. Ekstra yer kaplayıp oyuncuya çanta büyütme eşyalarını aldırtmaya çabalarını hiç ama hiç sevmiyorum.
Koca koca haritaları yürüyerek geçmek zorunda da değiliz. Çeşitli binekler sayesinde hareket hızımızı arttırıp haritaları çok daha hızlı bir şekilde keşfedebiliyoruz. 10. seviyede tanıtım amaçlı verilen bineği ise şöyle gösterelim.
DK_ScreenShot_20131021_210504
Tasarımı güzel, hoş bir binek. Daha birçok binek çeşidi var fakat 3 günlük sürede ancak bunu bulabildim. Binekler sadece hızı arttırırken herhangi bir stat vs. kazandırmıyor.
Şimdi geldik oyunun en iddialı olduğu ve benim en çok sevdiğim kısıma. PvP.
Kapalı betada sadece 1 kez kale savaşı yapıldı. Labonia Kalesinde yapılan etkinlikte 3 klan hem kendi arasında savaşıp hem de gardiyanlara, sütunlara saldırıyordu. Açık konuşmak gerekirse bu savaş sıkıcıydı çünkü savaşın başlama ve dirilme yerleri aynı olduğundan savaş bir süre sonra o noktadan öteye gidemedi. Fakat bunun ilk savaş olduğunu ve sistemin yerine oturmadığı için böyle şeylerin olması normal. İlerleyen zamanlarda çok daha zevkli ve sistemli olacaktır. Tabii bu loncalara da bağlı bir şey. Açık betada PvP’ye gelecek olan yeniliklere ise şöyle bir göz atalım. 8 adet kale savaşı olacak. Günde 6 tane kapalı betada yaptığımız şekilde kale savaşı olacak. 37 seviye üzeri için ise PvP haritası olacak. Bu harita benim gibi PvP severler için büyük bir nimet olacak gibime geliyor. Açık betada büyük bir PvP ortamı olacak gibi gözüküyor.
Açık beta demişken, tarihi ne zaman diye soracak olursanız bugün açıklanması gerekiyordu fakat Rise Game bunu erteledi. Biraz tanıdık bir senaryo. Zira Rise Game oyunun ilk çıkış tarihini 24 Temmuz 2013 olarak açıklamıştı fakat ”client hatası” nedeniyle ertelemişti.
Şöyle bir toparlamak gerekirse, Türk oyuncularına hitap eden bir oyun olduğunu rahatça söyleyebilirim. Eksikleri elbette var fakat yeni eklentilerle rahatça çözülebilecek sorunlar. Genel olarak Knight Online’ı anımsattı bana. Aynı ortam oluşur mu bilemem ama Rise Game oyunculara önem vermeye devam ettiği sürece Türkiye’de güzel işler yapacaklarını söyleyebilirim.

Allods Online



F2P oyunlar denildiğinde akla ilk gelen şeyler bir oyun açısından pek hoş olmayan şeylerdir. Nitekim “Dünya artık para dünyası ve kimse kimseye bedavadan bir şey vermez, en azından güzel bir şey vermez” diye düşünür insanlar. Aslında mantığında doğrudur da, ancak gerek oyun dünyası gerek bilişim dünyası gerçek dünyadan çok farklı bir ortam ve gelenek içindedir. Buradaki en önemli unsur ise paylaşma duygusudur.

Zaten son dönemlere baktığımızda aslında F2P’nin bir firma açısından çok da abes kaçan bir durum olduğu söylenemez. Elbette size burada F2P oyun oynatan bir firmanın finansal kazancını nasıl sağladığını veya gelir politikasını nasıl yönettiğini anlatmayacağım, zaten gerek de yok. Etrafınıza baktığınızda hızla artan bu F2P sevdasının en sonunda Sony’i bile bu yöne ittiğini düşünürseniz o zaman bu işin de en az paralı oyunlar kadar ciddiye alındığını farkedersiniz.

İşte Allods Online da bu F2P oyunlardan bir tanesi. Türkiye’ye “Mail.Ru Games” adlı dağıtıcı firma üzerinden gelen ve Astrum Nival adlı firmanın geliştirdiği bir oyun olan Allods Online. Aslına bakarsanız öyle sıradan bir oyun da değil, nitekim geliştirilme maliyeti tam 12 milyon dolar tutan bir oyun. Evet, belki günümüzde AAA oyunlarla karşılaştırdığınızda çok büyük bir rakam gibi gelmeyebilir ancak F2P oyun için oldukça cömert bir rakam kesinlikle, zaten Rusya oyun tarihinin en geniş oyun geliştirme projesi olarak da biliniyor.

Allods Online şu sıralarda Rusya, Kuzey Amerika, Türkiye, Kanada, Batı Avrupa, Brezilya, Çin ve Filipinler gibi dünyanın pek çok yerinden oynanan bir MMORPG, ama bu kadar tarih bilgisi yeter bizim için önemli olan kaç paraya mal olduğu veya nerelere ihraç edildiği değil, sonuçta bizler oyuncuyuz yatırımcı değiliz. Bizim için önemli olan şey oyunun ta kendisi. O zaman buyrun incelememize.
Her şey bir download ile başladı
Sarnaut evreni bundan yüzyıllar önce ani bir şekilde parçalanıp Astral adı verilen bir kara madde içerisinde yüzen Allod adlı adalara bölünür. Bu adalar üzerinde İmparatorluk ve ittifak olarak iki güç odağının yanı sıra üçüncü bir güç olarak astral yaratıklar bulunmaktadır. Zadaganlar, Orklar ve Arisler’den oluşan oluşan İmparatorluk ile Elfler, Bodurlar ve Kanyalılar’dan oluşan ittifak amansız bir savaş içerisindedir.

Oyunumuzun hikayesi kısaca böyle. İşte biz de bu savaş sırasında kendi yararımıza yönelik bir yol çizmeye çalışıyoruz. Peki bunu nasıl yapıyoruz?

Her şeyden önce, Allods Online da diğer FP2 MMO’lar gibi sitesinden indirdiğiniz bir “client” aracılığı ile kuruluyor. Bunu zaten hepinizin bildiğinin farkındayım ancak yine de bilmeyen vardır belki diye söyleyeyim dedim. Oyunun “client”ı toplamda 3.77 GB. Haliyle indirmesi ortalama bir Türk evinin internetine göre biraz zaman alıyor.

Yepyeni bir evren
Allods’un en akılda kalıcı yanı, ki bu özellik onu diğer MMORPG’lerden de ayırıyor, oyun içerisinde kendi geminizi inşa edip kullanabilmeniz. Hikaye kısmında da bahsettiğimiz gibi dünya Allod denilen adalardan oluşuyor ve siz de bu adalara geminiz vasıtası ile yolculuk yapıyorsunuz. Üstelik gemiler sadece ulaşım için kullanılmıyor. Bu gemilerle yeni yerleri keşfedebiliyor, diğer oyuncularla gemi savaşları da yapabiliyorsunuz. Allod’lar farklı şekillerde karşınıza çıkıyor. Kimisi bir futbol sahası büyüklüğünde iken bazısı hektar hektar alanlardan oluşabiliyor. Elbette yolculuk için tek yol bir gemi sahibi olmak değil. Yine diğer adalara açılan portal’larla da gidilebiliyor. İşin kötü yanı ise gemi yapımı çoğunlukla uzun bir uğraş gerektiriyor. Yani oyuna girdiğiniz anda “Hemen bir gemi yapayım” fikrine kapılmayın yoksa hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz, fakat bir kez geminizi inşa ettiniz mi de tadına doyum olmuyor elbette. Zaten bir süre sonra oyunda artık illa ki bir gemiye ihtiyacınız oluyor çünkü belli yerlere bu gemiler haricinde ulaşımınız bulunmuyor.

Ben bu ırkı tanıyor gibiyim
Oyunda toplam 6 ırk ve 8 sınıf mevut. Bu sekiz sınıf, savaşçıdan Psionicist’e kadar geniş bir seçenek sunuyor sizlere. Gemi savaşlarındaki PvP’ler bir yana oyuncuların asıl yeteneklerini ölçtükleri yerler karada yapılan PvP’ler. Holy Land bu alanlardan bir tanesi. Çok merkezi bir bölge olmasından dolayı oldukça kalabalık olan Holy Land aynı zamanda oyundaki iki fraksiyon olan Empire ve Leauge’in de tam ortasında duruyor. Öte yandan oyunda geniş ölçekli PvP yapmak için de özel alanlar bulunuyor. Bu PvP’ler sonrasında ise oyuncular eşşiz ödüller kazanabiliyor.
PvP’lerden kurtulup biraz instance yapmak istediğiniz de zaman zaman can sıkıcı bir durum oluşuyor ki o da şu; instance’lara girdiğinizde seviyeniz yeterli olsa bile grup halinde oldukça zorlanabiliyorsunuz. Bunu oyun çok zor manasında söylemiyorum veya keşke kolay bir oyun olsaydı demiyorum fakat düşmanlar arasında zaman zaman dengesizlik oluyor. Üstüne üstlük bu tarz bir insatnce da saatler geçirip Boss’a ulaştığınızda onun çok daha zor olduğunu fark edip öldürmeden geri döndüğünüz bile oluyor.

Birisi bu oyuna “WOW” mu dedi?
Allods’un belki de, diğer F2P MMORPG’lerinin çoğunun da başına gelen, en büyük şansızlığı görselliği. Oyunun görselliği kötü değil ancak yılların eskitemediği WoW’un görselliğine bir hayli benzemesi ilk intibada biraz eksi puan oluyor gibi. Ara yüzden ortam tasarımına veya bölümlerin yapılandırılmasına kadar çok fazla benzerlik mevcut. Canlı renklerin bol kullanımı, çizgi roman tarzı çevre tasarımları ile ilk görüşte daha önce oynayıp beğenmediğiniz bir F2P ile karıştırma ihtimaliniz yüksek.

Görselliği bir yana bırakıp, instance’larda ender zamanlarda yaşanan bu kötü olayları unutursak Allods’da açıkçası çok da şikayet edilecek bir durum yok. Özellikle iç mekanların aksine dış mekanlardaki çeşitlilik sizi oyuna çok çabuk bağlıyor. Her ne kadar görüntü açısından WoW’a benzese de yine kendisine has bir havası mevcut. Özellikle dünyanın oluşturulmasına ortaya koyulan fikir ve şehirlerin planlanması gayet başarılı.

Teknik konulardan başlamışken oyunun motoruna da bir değinelim. Özellikle ücretsiz oyanan oyunlarda teknik açıdan karşımıza çıkan yetersizlik neyse ki Allods’da karşılaşamaycağımız bir durum. Oyunun motoru çok akıcı bir şekilde çalışıyor. Sisiteminizi yormadan çalışan bu motora bir de varyasyonu yüksek karakter tasarımı, animasyonlar, hoş diyologlar ve sağlam bir görsellik eklenince işin ne kadar ciddiyetle yapıldığını anlıyorsunuz. 

Oyunda 2000’den fazla görev olması da sizi tek tabanca takılmak istediğinzide oldukça oyalıyor. Bunun yanında sağlam bir lonca sistemi, raid tabanlı dövüşler ve geliştirilebilen meslek sistemi ile de Allods denenmeyi hak eden bir oyun olmuş.

Türk oyuncular için başka bir güzel haber ise oyunun tamamen Türkçe olması. Kaldı ki burada Googl çevirisi bir Türkçe’den bahsetmiyoruz. Ciddia anlamda üzerinde çalışılmış ve lokalizasyona uygun bir şekilde hazırlanmış metinlerden bahsediyoruz.

Kısaca söylemek gerekirse Allods’u denemeden geçmeyin deriz. Ücretsiz olmasına rağen çoğu benzerinden oldukça üstün bir seviyede ve sağlam bir lokalizasyon ile oluşturulmuş bu MMORPG belki WoW’un yerini almaz ama kesinlikle ondan sıkıldığınızda sağlam bir alternatif olabilir

Borderlands 2


Borderlands serisini kaçınız oynadı bilemiyorum ancak benim geçtiğimiz nesilde en çok eğlendiğim oyunların başında geliyordu. Kendisine has yapısı ile güzel işler başaran Gearbox Software, bu başarıyı da Borderlands 2'yi PS Vita sürümü ile taçlandırmak istiyordu. Yolda veya birçok yerde yeniden eğleneceğimi düşünerek oyuna başladığım an itibaren, kafamda bir çok soru oluştu. Bu oyunu PS Vita'ya almaya değer mi? Yazının sonlarına doğru bu sorunun cevabını bir nevi vereceğim.


Hikaye

Hikayemiz Pandora adlı hayali bir şehirde geçiyor. Handsome Jack isminde, orduya bağlı bir kötü karakter şehiri ele geçiriyor fakat şehir halkı bu durumdan oldukça mutsuz. Biz de Handsome Jack'i durdurmak için görevlendiriliyoruz. Vault Hunter adı altında bir grubumuz olan karakterimiz ile maceramıza başlıyoruz.

Oyunu PS Vita'da oynamaya başladığımda, iyi düşüncelerle başladığım ilk dakikalardan sonra oyunun ne kadar baştan savma bir derecede yapıldığını anladım. Kontrollerden başlamak gerekirse, oyunumuz bildiğiniz gibi bir FPS oyunu ve FPS oyunlarının PSP döneminde aslında oynamak zordu. PS Vita'ya 2. analog dahilinde çıkan Killzone Mercenary'i deneyim ettikten sonra bir el konsolunda ne kadar başarılı bir şekilde FPS oyunu yapılabileceğini anladım. Fakat Borderlands 2'de bu maalesef geçerli değil. Kontroller zor olmasına karşın, bir o kadar da sıkıntılı. Arkada bulanan dokunmatik ekranda koşma ve yakın saldırı özellikleri var ama bu tuşları siz bastığınız takdirde bile bazen işlemiyor oluşu, oyuncuyu zor duruma sokuyor. Yapımın, hızlı bir oynanış tarzı olduğunu düşünürsek, gerçekten işkence oluyor.



Belirtmek istediğim bir diğer nokta,  Borderlands 2'de save cross desteği ile gelmiş olduğu. Yani eğer ki oyunu PS3'te oynayarak PS Vita'ya savelerinizi atıp, kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz. Neredeyse tüm PS Vita oyunlarında bu özelliğinin olduğunu varsayarsak, pek de şaşıracağınız bir olay değil. Oyunda ayrıca 2 kişilik online co-op ile birlite arkadaşlarınızla eğlenceli vakit geçirebilirsiniz.
Teknik sorunlar

Borderland 2'nin PS Vita sürümündeki bir diğer hayal kırıklığı ise, oyunun görselliği. FPS düşüşlerinden tutun, geç gelen ve düşük kaplamalar, oyunun bazen donup kalması gibi teknik sorunlar can sıkıcı. Daha önce de God Of War Collection'ın incelemesinde belirttiğim gibi, Borderlands'in PS Vita versiyonu da sadece el konsolunda oynansın mantığı ile yapıldığını anlıyorsunuz. Gerçekten yapımcı firma nasıl böyle bir port yapabiliyor anlamak güç.

Bu sürüm alınır mı?

Sonuç olarak, Borderlands 2'nin PS Vita sürümü oldukça başarısız bir port uyarlaması. Teknik sorunlar, özensiz kontroller ile baştan savma bir oyun olarak karşımıza çıkan yapımı, alıp almamak sizlere kalmış. Eğer benim düşüncemi merak ediyorsanız, Borderlands 2'nin PS Vita versiyonundan uzak durun. ''Borderlands 2 olsun taştan olsun üstüne de her yerde oynamak isterim'' diyorsanız da belki bir şans verebilirsiniz.

WildStar

İlginç bir şekilde, incelemeyi yazmaya başlamadan hemen önce aklıma Skyrim geldi. Zamanında beni uzun süre oyalamış olan oyundan esinlenip yazdığım hikâye serisi Ejderdoğan’ın ilk bölümünün adı şuydu:


“Bir Nord’un son isteği evinde olmaktır.”

Hepimiz bunu isteriz aslında. Evimizde olabilmek. Ailemizin, sevdiklerimizin yanında olabilmek. Çünkü evler güvenlidir. Sadece bize ait özel anıları taşırlar. Günün keşmekeşi, yorgunluğu, stresi çekiliverir bir anda. O koltuğa gömülmek, belki sıcak bir duş almak, sevdiklerimizle sohbet etmek…

Evler güzeldir, çünkü sahip olduğumuz tek şeydir.

Buradaki evi değiştirip, içindeki anlamı yayıp istediğiniz her şeye yorabilirsiniz. Ev bazen sadece dostlarımızın yanında vakit geçirmektir, bazen yaşadığımız yerdir. Üzerinde çatı olan her şey ev değildir ama duvarı bile olmayan bir park köşesi eviniz olabilir.

Sizin siz olduğunuz yerdir eviniz… Ve en kötüsü evinizi kaybetmektir. Çünkü farkında bile olmadan kendinizi kaybetmişsinizdir.

Bu durumda yapabileceğiniz tek şey “evim” diyebileceğiniz yeni bir yer bulmaktır. Yeni eviniz çok yakında, yanı başınızda olabilir, bambaşka bir galakside, henüz keşfedilmiş topraklarda da olabilir.

İhtimaller hep vardır ve her biri bir diğerinden eşsizdir.


Nexus gibi… Wildstar’ın kendisi gibi…


Tecrübe her şeydir!


Wildstar, yapımcı firma olan Carbine Studios’un ilk oyunu. Fakat buradaki ilk sözcüğüne takılmamak gerek. Stüdyoyu kuran 17 yapımcı aynı zamanda hepimizin WoW olarak bildiği efsane oyunu yapan adamlar. Firmanın tamamını aldığınızda ise aslında bu adamların kapasitesinin hemen farkına varıyorsunuz. Nitekim sitelerine girip ekipte çalışanların geçmişine baktığınızda korkutucu isimlerle karşılaşıyorsunuz.

Carbine çalışanları sadece WoWa değil oyun dünyasına damga vuran pek çok yapımda önemli görevler almış insanlar. Diablo II, StarCraft, Metroid Prime, Everquest, City of Heroes, Half-Life 2 gibi oyunları görünce benim aklım beynimden çıktı, geri sokmak bayağı uzun sürdü.

Daha önce ön incelemede belirttiğimiz gibi WildStar tahmininizden de uzun bir süre içinde geliştirildi. 2005 yılında Blizzard’dan ayrılan ekip 2007 yılında NC Soft bünyesine katıldı ve oyunu geliştirmeye başladı.

Memento Mori 2

2008 yılında çıkardığı Memento Mori adlı oyunları ile dikkatleri üzerine çekmeyi başaran Centauri Production, yaklaşık altı yıl aradan sonra devam oyunları ile bizlere merhaba dediler. Memento Mori 2’nin macera oyunları dünyasına sunduğu en büyük yenilik ise grafikleri
oldu. Lakin şahane grafiklerine nazaran oyun maalesef daha fazlasını yapamadı.


Dan Brown Kopyası
Da Vinci’nin Şifresi, Melekler ve Şeytanlar gibi ünlü eserleri ile tanınan Dan Brown’un kitaplarını okuduysanız gerçekçilik ve doğaüstülük arasındaki çizgide nasıl dans ettiğini bilirsiniz. Memento Mori 2’de de Dan Brown’un romanları tarzında bir senaryo karşımıza çıkıyor. İlk oyunun kahramanları Lara Svetlova ve Max Durand, ikinci oyunda yeni evlidir. Çiftimiz Cape Town’da, balayında ve mutludur. Arada Max’ın çoğu gece gördüğü kâbuslar olmasa hayat onlar için güllük gülistan diyebiliriz. Max bu kâbuslarını resme dökmektedir ama Lara, bu tablolardan hiç hoşlanmamaktadır. Kaldıkları otelin yakınlarında bulunan yerel galeride bir hırsızlık yaşanır ve iki önemli eser çalınır. Yetkililer yakın olduğu için olay yerine Lara’yı yöneltir ve Lara da yanına Max’ı alarak galeriye gider. Lara ve Max olayı inceledikçe bunun basit bir hırsızlık olmadığını, olayın çok daha ötesi olduğunu çok geçmeden anlarlar. Ortada fanatik bir grup vardır ve gittikleri her yere ölüm götürmektedirler. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Max’da arabasıyla denize uçup kaybolur. Üstelik sürekli artan ceset sayıları, Lara hiç istemese de Max’ı işaret etmektedir.


Başlıkta yazdığım gibi Dan Brown’un eserleri tarzında bir senaryo var ortada. Lakin oyun kısa olduğu için olaylar çabuk ilerliyor ve açıkçası konunun derin değil tam tersi sığ olduğu için Dan Brown’un “kötü” bir kopyası olmaktan öteye geçemiyor. Aynı tarz ama vasat işleniş diyebiliriz  bunun için. Bir süre sonra senaryo çekiciliğini kaybediyor ve dolayısıyla karşısındakinin ilgisi de azalmaya başlıyor. Şahsen ben, bir müddet sonra boş gözlerle ekrana bakarak oynamaya
başladım ve oyunu bitirdikten sonra da herhangi bir tatminlik duygusu yaşayamadım. Az sonra bahsedeceğim grafikleri macera dünyasında belki de çığır açacak cinsten olabilir ama senaryo sarmadıktan sonra ne işe yarar…

Lifeless Planet


Bugün inceleyeceğimiz oyun olan Lifeless Planet aslında bir oyun değil. En azından benim gözümde öyle. Ben Lifeless Planet’i bitirdikten sonra kendimi bir kitap okumuş gibi buldum. Bunun sebebi ise oyunun oynanış anlamında pek de bir şey vaad etmiyor olması. Yazımı pek fazla uzun tutmayı düşünmüyorum, en azından Lifeless Planet bunu gerektirmiyor. Her neyse en iyisi ben lafı fazla uzatmayıp sizlere Lifeless Planet’in hikayesinden söz edeyim.

Bir kitap okurcasına
Lifeless Planet’i oynamaya başladığınızdan itibaren kendinizi bir atmosfer içerisinde hissediyorsunuz. Bu atmosferi size yaşatan şey ise dolaştığımız gezegen. Bizler birer araştırmacıyız ve görevimiz bize verilmiş olan gezegeni araştırmak fakat işler hiç de düşünüldüğü gibi gitmiyor. Bir kaza yapıyoruz ve uzay gemimiz parçalanıyor. Uyandığımızda ise arkadaşlarımızı bulamıyoruz ve yaşam içermeyen bir gezegene geldiğimizi farkediyoruz. Daha sonra ise aslında bu gezegene daha önceden Sovyetler Birliği tarafından gelindiğini anlıyoruz ve hikaye bu yönde gelişiyor.

Lifeless Planet başta da söylediğim gibi bir oyun değil bir kitap bana göre. Oyun içerisinde ilerlerken bunu sizde farkedeceksinizdir diye umuyorum. Bomboş bir gezegende yalnız başımıza öleceğimizi düşünürken bulmuş olduğumuz ses kayıtları, birkaç sayfa bilgi ve eskiden kalma yapımlar ile içimiz biraz olsun rahatlıyor ve bir umuttur yaşamak edasıyla maceramıza devam ediyoruz. Sürekli yeni bir bilgi çıktığı için karşımıza ve bizler de sürekli olarak bu bilgileri okuduğumuz için, Lifeless Planet bana bir kitap gibi geldi. Bu bilgilendirmeler haricinde oyunda bir kadın karakter yer alıyor. Gezegenin gizemini çözerken bir yandan da bu kadının kimliğini çözmeye çalışıyoruz.


Zıpla, koş ve patlat!
Oynanış açısından yetersiz olması pek de fazla bir sorun değil aslında. Keşfetmeye çalıştığımız gezegen gerçek anlamda güzel ve haz verici. Kısıtlı oynanış dedidiğim şey aslında sadece yürümek ve zıplamaktan ibaret. Arada bir görev icabı bir şeyleri hareket ettirdiğimiz veya patlattığımız da oluyor tabii ama yine de yetersiz kalıyor. Her ne kadar oynanış kısıtlı olsa bile hikaye oyuna sizi bağlayan etken. Kendinizi eğer bu atmosfer içerisine sokabilirseniz oyundan rahat bir şekilde zevk alabilirsiniz. Rahatlatıcı bir teması olduğunu da düşünüyorum.

Teknik açıdan değerlendirdiğimizde ise daha iyi bir oyun ile karşılaşmamız gerekirdi. 2011 yılından bu yana 3 yıl geçti ve 3 yılda oyun içerisine daha çok şey ekleyebilirlerdi. Hikayesi güzel fakat oynanış bakımından geride kaldığı için puanı biraz düşük tutacağımı belirtmem gerekir şimdiden. Grafiksel açıdan baktığımızda ise günümüz gerisinde bir görüntüye sahip olduğu aşikar. Zaten Lifeless Planet’i oynadığınız zaman bunu kendiniz de göreceksiniz.


Lifeless Planet’i bir oyun düşüncesiyle almaya kalkışırsanız eğer bir hayal kırıklığı ile karşılaşacağınızı belirtirim. Eğer gezmeye, keşfetmeye ve hikayeyi anlamaya odaklı bir oyun arıyorsanız Lifeless Planet sizin tam aradığınız oyun olacaktır. Steam’de 19.99 dolardan satılan Lifeless Planet’in bu kadar paraya değeceğini de düşünmüyorum açıkçası. Eğer indirime girerse almanızı öneririm. Farklı bir macera arayanlara göre yapılmış olan Lifeless Planet benim gözümde böyle bir oyun. Tabii son söz her zaman olduğu gibi sizde olacak. Deneyin ve görüşlerinizi diğer oyuncular ile paylaşın.

The Wolf Among Us - E04 - In Sheep's Clothing

Telltale Games’in The Walking Dead’ten sonra bir başka serisi olan The Wolf Among Us, dördüncü bölümü olan “In Sheep’s Clothing” ile doludizgin devam ediyor. Şerif Bigby gizemli Crooked Man ve yandaşlarının izini sürmekten vazgeçecekmiş gibi durmuyor. Bakalım finale bir bölüm kala Bigby bu sefer neler planlıyor. Snow’un istediği gibi kitabına göre mi hareket edecek, yoksa kendi bildiğini mi okuyacak? Bu seçimleri yapmak elbette benim ve sizin gibi oyunculara kalmış. Bu arada yazı diğer bölümler hakkında bilgiler (spoiler) içerebilir, uyarmadı demeyin.

Bigby yaralarını sarar
Üçüncü bölüm olan A Crooked Mile’ın sonunda, yediğimiz feci dayaktan sonra Bigby kendisini dairesinde bulur. Pek hoş olmayan bir rüyadan uyandıktan sonra Bigby ağır yaralı olduğunu ve doktorun yediği gümüş mermileri vücudundan çıkartmaya çalıştığını fark eder. Sevgili Pamuk Prensesimiz de yanındadır ama pek moral verdiği de söylenemez çünkü Bigby’den bundan sonra işleri kanunlara uygun halletmesini ister. Bu “sevgi dolu” konuşma yetmiyormuş gibi bizden Bigby ile beraber yaşayan Colin’nin (sevimli domuzcuk) glamour’u (kamuflajı) olmadığı için çiftliğe gitmesi konusunda konuşmasını ister. Anlayacağınız Fabletown’da hayat yine bildiğiniz gibidir. Yak bir dal sigara, viski şişesini aç ve Crooked Man’i aramaya devam et. Ölümden mi dönmüşüm? Umurumda değil. En iyi arkadaşımı mı paketlemek istiyorlar? Birkaç gün daha idare edebilir. Kısacası The Wolf Among Us’un hikâyesi kaldığı yerden doludizgin devam ediyor.

Kanunun bittiği yerde ben başlarım!
Dördüncü bölüm, üçüncü bölüme nazaran daha düşük bir tempo ile karşımıza çıkıyor. Yani yeni bölümde aksiyon elementlerinin yerine senaryo odaklı elementlere bırakmış. Malum, şerifimiz ölümden döndü ve olaylara balıklama atlamadan önce biraz temkinli davranmak lazım.

Bu bölümde Güzel ve Çirkin’e kısa bir ziyaret gerçekleştiriyor, karşımıza araştırılmak üzere çıkan iki mekândan birini seçiyor ve küçük bir hızlı sahneden sonra bir bakmışsınız ki bitiş yazıları dökülmeye başlıyor. Anlatmak istediğim, dördüncü bölüm bir nevi finale hazırlık niteliğinde olmuş. Üçüncü bölümdeki heyecan pek yok ve atmosfer bilerek aşağıya düşürülmüş ki final bölümü bir önceki bölümün gölgesinde kalmasın.


Teknik bakımdan In Sheep’s Clothing için söyleyecek fazla bir sözüm yok. İlk üç bölümde karşımıza ne çıktıysa yine o var. “WASD” tuşları ile ilerliyor, Shift ile hızlı koşuyor ve imlecimiz ile gerekli incelemelerde bulunuyoruz. Macera oyunu kategorisine girmesine rağmen dördüncü bölümde yine bulmaca yok. Daha çok araştırma yapıyor ve vereceğimiz cevaplara göre oyunu şekillendiriyoruz. Gerçi dördüncü bölüme gelmiş bir insan bunları zaten biliyordur:)

Oyunun grafikleri ise yine her zamanki gibi on numara. Yapımının Walking Dead serisi ile karşılaştırıldığında benim şahsi görüşüm Wolf Among Us’un çizgi roman tarzındaki grafikleri çok daha başarılı. Karanlık (noir) tonlara bir de şahane müzikler eklenince ortaya dört dörtlük bir eser çıkmış. Özellikle her bölümde karşımıza çıkan açılış müziği yine tüylerimi diken diken etmeye yetti. Açıkçası bu tarz bir oyundan bir insan başka ne isteyebilir, bilemiyorum.


Kaldı bir
Fazla yazıp çizecek bir şey yok. The Wolf Among Us serisinin finaline bir bölüm kalmışken yapımcılar bu bölüm ile final ortamını hazırlamış diyebilirim. Bu saatten sonra tek söyleyebileceğim; Bigby’ye dikkat edin. Finalde görüşmek üzere.

Valiant Hearts: The Great War


Var olan savaşların her biri sayısız can yakmıştır. Hatta asıl derinden etkileyen, insanın ruhunda açılan deliklerin sayısız olmasıdır. Hani tahtaya yığınla çivi çakarsınız ve her biri farklı bir iz bırakır ya, tıpkı elimizin ayarının olmaması gibi. Duygularımıza bağlı olarak değişen vücut hareketlerimiz, bu sefer yüzümüzdeki tebessümle bir araya gelecek ve bizi 1. Dünya Savaşı'nın en derin hikayesiyle bir araya getirecek; Valiant Hearts: The Great War.

Ah sen ne yatın be Ubisoft!Ubisoft Montpellier'ın yapımcılığını üstlendiği Valiant Hearts: The Great War, bulmaca ve aksiyon severleri bir araya getiriyor. İnanılmaz bir hikaye ve son derece etkileyici atmosferi ile son zamanlarda oynadığınız oyunlardan oldukça farklı olacağının garantisini verebilirim. Hikayemiz kırık bir aşkın ve fedakarlığın doruk noktasını son saniyesine kadar yaşatan, savaş ve göz yaşı dolu bir grup insanla bizleri tanıştırıyor. Ayrıca oyunun hayal gücünden daha fazlasına sahip olduğunu, 1. Dünya Savaşı sırasında (WW1 - Great War) bulunan mektuplardan esilenerek oyun dünyasındaki yerini aldığını belirteyim. Batı cephesinde yaşanmış olan beş farklı hikaye... Hatta oyun boyunca, yeri gelecek aşk mektuplarını okuyacağız, yeri gelecek bir babanın oğluna yolladığı kartpostalları toplayacağız ve yeri gelecek bir annenin hatıra olarak sakladığı küçük kızının kurdelesini göreceğiz.


Valiant Hearts: The Great War, savaşın korkunç ve soğuk nefesinden kaçan bir Alman gencin, aniden askere alınması ve ailesinden koparılmasıyla başlıyor. Gencin henüz bebeği olmuştur, eşi ve babası ondan bir türlü haber alamazlar. Bu durumda savaş alnına gitmeye karar veren baba, kendisini inanılmaz bir maceranın eşiğinde bulur çünkü 1. Dünya Savaşı'nı yaşayan ve hatta yaşatan önemli biri haline gelecektir ancak kendisi Fransa ordusundaki yerini alır. Bu durumda farklı orduların askerleri olarak karşılaşacaklardır.

Atmosfer mi desiniz, alın size atmosfer

1914 yılının en korkunç zamanlarını gözler önüne seren Valiant Hearts: The Great War, Almanya ve Fransa arasındaki mücadeleyi oyuncuya resmen yaşatıyor. Özellikle o zamanları tarih kitaplarından derinlemesine okuyan okurlarıma sesleniyorum, kendinizi savaşın içerisinde hissedeceksiniz. Evet, ilk bakışta çizimler sizlere biraz tuhaf gelebilir ancak karşımızda Child of Light ve Rayman Legends gibi iki başarılı oyunun yapımcısı mevcut, doğal olarak pek de normal şeyler beklememek lazım.


Özellikle bazı  oyunlarda, atmosfer konusunda beklentilerimin yüksek olduğu şu son zamanlarda Valiant Hearts: The Great War, içimdeki yanan ateşe su serpmekten farksızdı. Tarihin tozlu sayfalarından kopup gelen 4 askerin (aslında hepsi tam olarak asker sayılmaz ancak kader, onları birer savaşçı olmaya yöneltiyor) her biri, bambaşka bir hikayeyle karşıma çıktı ve bir şekilde birbirlerine bağlandılar, hem de farklı ülkenin insanları olmalarına rağmen.

Tales of Symphonia Chronicles


Rol yapma türünü seven kaç kişi var bilemiyorum ancak aralarında hikaye ve karakter çeşitliliği olarak, başarılı olan birçok oyun var. Geçmişte özellikle rol yapma veya MMORPG denilinde akla gelen ilk isim Ultima Online olurdu. Nasıl oluyor da her MMORPG altına Ultima Online ismini yerleştiriyorum bilemiyorum ancak benim için yaşayan bir efsane ve ölmemeli. Öldürmeyin!

Konumuzdan biraz sapmış olsak bile, MMO türünden rol yapma türüne, hatta JPRG tarafına yönelelim. Günümüzde anime karakterleriyle süslenmiş, sayısız video oyunu var ve özellikle ihtişamlı vücut hareketleriyle, oldukça süslü grafikleriyle ön plana çıkıyorlar. Bunlardan biri de Tales of serisinin en sevilen oyunlarından biri olan Tales of Symphonia.

Tales of Symphonia, 2003 yılında Nintendo GameCube ile birlikte zamanının en popüler oyunlarından biriydi. Tales of Symphonia Chronicles ismiyle birlikte PS3 platformuna piyasaya çıktı.

Hikayeye giriş
Tales of Symphonia Chronicles, PS2 platformunda portlanmış olan Tales of Symphonia ve Tales of Symphonia: Dawn of the New World'ün hikayesini bir araya getiren bir oyun. Hikaye olarak PS2 platformunda herhangi bir değişiklik yok. Her ne kadar hikayede herhangi bir değişiklik olmasa bile, Tales of serisini takip edenler için geliştirilmiş grafikler, bulunmaz nimet.

Tales of Symphonia Chronicles, bizi Sylvarant isimli bir dünyayla tanıştırıyor. Lloyd Irving ve onun çocukluk arkadaşı Colette Brunel'ın maceralarına tanıklık ediyoruz. Fooji Dağları'na tırmanıyor ve kötülüğün kaynağına iniyoruz. Eh, tipik bir yaşadığımız gezegeni kurtaralım hikayesi ancak tabii ki içi bol süslü olandan. Hatta işin bir de paralel evren kısmına girip, kendimizi Tethe'alla isimli bir yerde buluyoruz.


Tales of Symphonia: Dawn of the New World ise aynı zamanda Tales of Symphonia: Knight of Ratatosk ismiyle de biliniyor ve bu sefer Wii platformunda farklı bir hikayeye giriş yapıyoruz.

Killzone: Shadow Fall Intercept

Guerilla Games tarafından geliştirilmiş olan Killzone: Shadow Fall gümbür gümbür gelmişti fakat pek de beklediğim gibi çıkmamıştı. Yeni nesili gözümüzde o kadar fazla büyütmüştük ki neredeyse gerçeğe yakın grafikler, etkileşimler ve efektler bekliyorduk. Tabii ben böyle düşününce oyun benim için bayağı bir geride kalmış oldu.

Işıklandırmaların sadece göz boyaması olduğunu düşünürsek eğer oyunda yeni nesile dair pek fazla şey barınmıyordu. Oynanabilirlik ise tam anlamıyla oturtulmamıştı, pek çok hata ile yüzleşmiştim. Yapay zeka ise günümüz yapay zekası ile aynıydı yani düşmanlar bazen aptallaşabiliyorlardı. İşte bu aptallaşma Killzone: Shadow Fall Intercept ek paketinde daha da fazlalaşmış.

Killzone Shadow Fall Intercept aslında güzel bir fikir. Tanımadığınız oyuncularla birlikte sizlere takım olup savaşma imkanı sunuyor fakat işler hiç de öyle olmuyor. Her şeyden önce sizlere Intercept'in amacından bahsetmek istiyorum. Bizler bu modda VSA askerleriyiz ve Helghast'ların merkezinden bilgi aktarımı yapmaya çalışıyoruz. Üç farklı noktaya yerleştirilmiş olan uyduları koruyup ve yeterli puanı toplayıp oyunu bitirmeye çalışıyoruz. Amacımız tamamen bu şekilde.

Intercept genişlemesinde dört farklı sınıf bulunuyor ve işin kötü yanı biz bu sınıflardan istediğimizi seçemiyoruz. Eğer oyuna sonradan dahil olursanız size kalmış olan son sınıfı seçmek zorunda kalıyorsunuz. Bunun gerçekten ne kadar kötü bir şey olduğunu anlayacaksınız zaten oynadığınız zaman. Keşke tek sorun bu olsaydı da bu kadar üstünde durmasaydım diyorum ama oyunun yükleme süreleri inanılmaz uzun. İlk önce bayağı bir bekleyip oyun buluyor ve ardından oyunun geçtiği haritayı bayağı bir uzun süre yüklüyor. Bunlar beni cidden çok fazla sinir etti diyebilirim.


Sizin dışınızdaki diğer 3 kişi farklı bir oyuncu olduğundan dolayı oyunu oynamak da bir hayli zorlaşıyor. Herkes bir noktaya gidebiliyor ya da sizin vurduğunuz düşmanları görüp sizin yanınıza gelip sizi öldürtebiliyor ve pek çok şeye sebep olabiliyor. Zaten düşmanlar akın akın gelirken bir de bu oyuncular ile mücadele ediyorsunuz. Bu arada akın akın gelen düşmanlar da pek bir zekasız. Misal önüne mayın bombası attığınız zaman düşmanın hiçbir şey yokmuş gibi basıyor ve ölüyor.


Genel olarak Killzone Shadow Fall Intercept'i beğenmedim diyebilirim. Gidip bu pakete 9.99 dolar vereceğinize bu paraya daha iyi oyunlar alabilirsiniz. Yani önermediğimi söyleyebilirim açıkçası, hiç keyifli olmamış. Eğer Killzone'un büyük fanlarından biriyseniz orasına karışamam tabii ki. Her ne kadar kötü olursa olsun benim gözümde size eğlenceli gelecektir diye umuyorum. Yazımı burada sonlandırmak istiyorum son karar dediğim gibi size kalmış durumda. Puan olarak 10 üzerinden 6 vereceğim kendisine. Başka bir yazıda görüşmek üzere. Canlı yayınlarımı da takip etmeyi unutmayın!